İSLAM ÜLKELERİ NEDEN KALKINAMIYOR?

Konuya büyüme ve kalkınma kavramlarını açıklayarak başlayalım.

Büyüme; reel milli gelirin veya kişi başına düşen reel gelirin önceki dönemlere göre artmasıdır. Büyüme kavramı daha çok gelişmiş ülkeler için kullanılan bir kavramdır. Kalkınma kavramı içinde anlatılacağı gibi, gelişmiş ülkeler bir takım sosyal, ekonomik, teknolojik, kültürel ve toplumsal dönüşümlerini çok öncelerden gerçekleştirdikleri için onların temel sorunu reel gelirlerini artırmaktır. Bu yüzden, gelişmiş ülkeler gelir elde etmek için bazen çok acımasızca “esmer çocukların kanı pahasına” diğer ülkelere yönelik uygulamalar yapabilmektedirler.

Kalkınma ise; milli gelirin ve üretimin arttırılmasının yanında, sosyal, ekonomik, teknolojik ve kültürel yapının değiştirilmesi, halkın değer yargılarının dünya standartlarında gelişmesi ve gerekli tüm yeniliklerin sağlanabilmesi olarak ifade edilebilir. İşte milli gelir artışı sağlanması dışındaki hususlar Türkiye gibi gelişmekte olan ve azgelişmiş ülkelerde henüz tam sağlanamadığı için de kalkınma kavramı daha çok bu tür ülkeler için kullanılmaktadır. Konuyu şu açık örnekle de vurgulayabiliriz. Örneğin gelişmiş ülkelerin hiçbirinde “haydi kızlar okula ve kardelenler projesi” gibi uygulamalara rastlanmaz. Oysa İslâm ülkelerinin hemen hemen hepsinde kız çocuklarının etkin eğitim almasını veya okula gitmesini sağlamak için bu tür proje ve çalışmalar sıkça görülmektedir. İşte İslâm ülkelerindeki bu ve benzeri yanlış değer yargıları ve uygulamalar, kalkınma çabalarında önemli engelleyici unsurlar olarak gözükmektedirler. Buna bağlı olarak nüfusun yarısını oluşturan işgücü olan bayanların beyin ve fiziki üretim kapasitesi devre dışı bırakılmış olmaktadır. Böylece gelişmiş bir sosyo-ekonomik yapı oluşturulamamaktadır.

İnsanlık açısından bakıldığında, üç temel problemin önde olduğunu söyleyebiliriz; hastalık, yoksulluk ve cehalet. Bunlar tüm dünyanın olduğu kadar İslâm ülkelerinin de temel problemidir. Ancak bunlar içerisinde en temel olanı da cehalettir. Cehaletten anlaşılması gereken ise; kız çocuklarının okutulmaması ve eğitimin önemsenmemesi, işin ehline verilmemesi, yalan konuşulması, yapılan işin en iyisinin yapılmaması, başka mezhep ya da inançların kafir ilan edilmesi, başkalarının hakkının rahatça yenilmesi veya kişisel hak ve özgürlüklere saygı duyulmaması, çalışmanın kutsal olduğunun öne çıkarılmaması, adaletin tesis edilmemesi gibi uygulamalar veya anlayışlar bütünüdür. İslâm ülkeleri bu uygulama ve anlayışlardan vazgeçmedikçe kalkınma sorununu halledemez gözükmektedir.

Aslında İslâm dininin ilk dönemlerinde olağanüstü bir toplumsal dönüşüm ve gelişim yaşanmıştır. Ne zaman Peygamberden sonra dinin gerçek yönü dışında uygulamalara gitme yönünde eğilimler artmışsa (yanlışlıklar din adına yapılmışsa) bu dönemlerden sonra İslâm ülkelerinin geri kalması süreci başlamıştır. Bugün de olduğu gibi İslâm dinine mensup olanların arasında iktidar kavgaları ve ayrışmaların başlamasına bağlı olarak gerçek İslâm’dan uzaklaşılmış ve İslam adına yapılan uygulamalar ve oluşturulan yanlış değer yargıları bu ülkelerin kalkınmasını engelleyici sebepler arasına girmiştir.

Onaltıncı ve onyedinci yüzyıllara kadar bir çok İslâm devletinin dünya standartlarında veya onun üstünde bir kalkınma düzeyinde olduğu görülmektedir. Bunun en güzel örneği ise Osmanlı İmparatorluğu’dur. Ancak ne zaman ki değişim-dönüşüm ve değer yargılarının çağa göre şekillendirilmesi süreci hız kazanmış ve İslâm ülkeleri de bunun gerisinde kalmışlarsa, o gün bu gündür İslâm coğrafyası sorunlar yumağı yaşayan bir bölge haline gelmiştir ve bu süreç devam etmektedir.

Konuyu sanayi devrimi süreci ile izah etmek mümkündür. 1760’lı yıllarda James Watt’ın buhar makinasını kol gücünün yerine üretimde kullanılacak şekilde geliştirmesi ile sanayi devriminin İngiltere’de başladığını biliyoruz. Bunun anlamı şudur; artık emek gücü yerine makina kullanılmış ve “seri üretime” geçilmiştir. İhtiyaç fazlası yapılan bu üretimi satmak için de 1776’da yine İngiltere’de Adam Smith “Ulusların Zenginliği” adlı eseri yazarak bu sanayi üretiminin satılmasını sağlayacak “serbest piyasa ekonomisi” sistemini geliştirmiştir. Kısa bir süre sonra da 1789’da Fransız devrimi ile batı, değer yargısı ve toplumsal dönüşümünü sağlayacak gelişmeleri yaşamıştır. Oysa Osmanlı İmparatorluğu ve diğer İslâm ülkeleri bu gelişmelerin gerisin de kaldığı için o gün bugündür gelişmiş batı ülkelerini çok geriden takip etmek zorunda kalmışlardır. Bir anlamda İslâm ülkeleri gelişmiş batının takipçisi olmaya ve onların geliştirdiklerini kullanmaya mahkum edilmişlerdir.

Üstteki genel değerlendirmelerden sonra, günümüz koşullarında İslâm coğrafyasının kalkınamamasını bir tek cümle ile açıklamak gerekirse; “İslam Algısı Yanlışlığı” en uygun ifade olacaktır. Bu algı yanlışlığına bağlı olarak da değişim ve dönüşüm gerçekleşmemektedir. Bu algı yanlışlıklarından iktisadi geri kalmışlığa sebep olarak yorumlanabilecek birkaç özet başlığı açıklamak yararlı olacaktır:

Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya, yarın ölecekmiş gibi öbür dünya için çalışma felsefesi: Müslüman ülkelerdeki pek çok insan bu güzel felsefenin sadece bir bölümünü yaşamayı becermektedir. Oysa bu iki yönün arasında denge kurulmalıdır. Şöyle ki, insanlar bu dünyayı hiç önemsemeyince, etkin çalışma veya tasarruf yapılmamakta böylece tasarrufa bağlı yatırımlar yapılamamakta ve “fakirliğin kısır çemberi” denilen süreç meydana gelmektedir. Ya da tamamen kişisel çıkar ve adaletsizlik üzerine kurulu dünya algısı da toplumsal gelişmeye ve düzenin etkin işlemesine engel olabilmektedir. Bu yanlış algı ve uygulama İslâm dışı ülkelerle ilişkilerde de zararlı olabilmektedir.

İşi ehline verme prensibi: çalışma hayatında “uzmanlaşma” olarak adlandırılabilecek bu prensip, İslâm ülkelerinde işi ehline verme değil, çeşitli grup, parti veya siyasal parti yandaşlığı gibi hususlara göre uygulanmaktadır. Böylece verimlilik ve etkinlik düşmekte ve ülke kalkınması olumsuz etkilenmektedir.

Dinin reel olması: dinin reel olmasından anlaşılması gereken, hiçbir yapay uygulamayla değil, ancak çalışarak, üreterek, mücadele edilerek başarılı olunabileceğinin bilinmesidir. Oysa, Türkiye gibi pek çok İslâm ülkesinde gösterilen dizilere bakıldığında, hayal ve hak etmeden elde etme duygusunun aşılandığı görülecektir. Kurtarıcının hep ak sakallı bir dede olması vurgulanmaktadır. Oysa İslâm dininin Peygamberinin Uhud Savaşı’nda dişlerinin kırılması olayı, İslâm dininin gerçek yaşamı ve mücadeleyi vurgulayan reel bir din olduğunun göstergesidir. Yanlış yönlendirmeler, çare üreten ve geliştiren bir toplum yapısından uzaklaşılarak bağımlı ve kurtarıcı bekleyen toplum yapısı oluşmaktadır.

Tüketim toplumu görüntüsü: kendisi üretip satamayan ve insanlarını verimli bir şekilde çalıştıramayan İslâm ülkeleri, lüks araba, telefon, ev ve elbise gibi ürünleri tüketen “tüketim toplumu” özelliği kazanmıştır. Bu durum, sürekli olarak gelişmiş ülkelerin taklitçisi ve onların yönlendirmelerine göre yaşayan cahil bir toplum yapısı oluşmasının ana sebebi olarak düşünülebilir.

Birlik sorunu: İslâm dininin “La İlahe İllallah, Muhammeden Resulullah” diyen Müslümandır ve Müslüman Müslümanın kardeşidir prensibi uygulamada en acımasız kullanılandır. 21. yy.’da Suriye, Irak, Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerde sadece mezhep farklılığına bağlı her gün yüzlerce insanın öldürülmesi, bu ülkelerin geri kalmışlıklarının ana sebeplerindendir.

Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir prensibi: Eğer Müslümanlar, sadece bu prensibi hakkıyla uygulayabilselerdi, insanlığın yaşadığı sorunların en az %30’u otomatik olarak çözülmüş olurdu. Çünkü bu prensipte Müslüman olunması koşulu bulunmamaktadır. Sadece komşu olma ve sahip olunulan kaynağın paylaşımı anlayışı vurgulanmaktadır. Müslümanların önemli ekseriyetinin bu anlayıştan uzak olduğu bilinen bir gerçektir.

Adalet: Peki Adaletin önemi nedir? Konuyu şu örnekle açıklamak mümkündür. Bilindiği gibi “Roma İmparatorluğu” dünya da en uzun süre yaşan imparatorluktur. Yaklaşık 2500 yıl. İşte Roma İmparatorluğunu ayakta bu kadar uzun süre tutan şey: sahip olduğu güçlü adalet sistemidir denir (hukuk fakültelerinde okutulan Roma Hukuku gibi). Ne zaman imparatorluk içinde adaletten ayrılmalar başlamış işte o zamanda çöküşü kaçınılmaz olmuştur denir. Bu nedenle, adaleti tesis edemeyen ülkeler ve hatta aileler bile ayakta kalamıyorlar. İslam ülkeleri içinde işi ehline verme prensibinin uygulanamaması başlı başına bir adaletsizliktir ki, bu durum geri kalmışlığın temel sorunudur demek yanlış olmayacaktır. Özellikle İslâm ülkelerinde “adil olanın güçlü, güçlü olanın ise adil olması”nı sağlayacak bir seçim ve yönetim anlayışının geliştirilmesi elzem gözükmektedir. Oysa Müslüman ülkelerin önemli bir bölümünde, “haklı olanı güçlü kılmayan, güçlü olanı haklı kılan” bir yönetim ve uygulama anlayışı hakim olmaktadır. Bu durum hem demokrasinin gelişimini hem de ekonomik kalkınmayı olumsuz etkilemektedir.

Bu örnekleri çoğaltarak açıklamak mümkündür. Kısaca, Müslüman ülkelerdeki kalkınma sorununun altında yatan temel problemin, yetişmiş insan gücü azlığına bağlı olarak (ilim Çin’de olsa dahi gitmeyen, Kuranı Kerim’in ilk emri “oku” olmasına rağmen okumayan) “çalışmanın, üretmenin ve adil dağıtımın” gerekli olduğunu vurgulayan bir “çalışma kutsiyeti” nin uygulanamaması olduğu vurgulanabilir.

Son Söz: Bazılarına değinilen ve birçoğundan bahsedilmeyen bu gerekçelere bağlı olarak Türkiye gibi islâm ülkelerinde ortaya çıkan;

Bir cemaat sadece kendi cemaatiyle,

Bir siyasi parti sadece kendi partilileriyle,

Bir il ya da bölgeden olan sadece kendi il ve bölgesiyle,

Bir etnik kökenden olan sadece kendi etnik kökeniyle,

Bir mezhepten olan sadece kendi mezhebiyle diyalog içerisinde olur, alış-veriş yapar ve işe alma kriterleri oluşturursa ve diğerlerini cehennemlik ve kafir ya da düşman ilan ederse;

İslam ülkelerinin kalkınması hayal olacaktır!

İslam coğrafyasında, DAİŞ, El-kaide, Taliban, El-nusra gibi terörizmin yaşaması garanti olacaktır!

Not: Gelişmiş ülkelerde bu yazıda belirtilen ve belirtilemeyen eksik uygulama ve anlayışların tamamen tersi (doğru olanı) uygulandığı için gelişmiş konumdadırlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir